..........
1. KAYAKILÇIK
2. İŞE GİDİŞ
3. USTA BAŞLARI
4. AÇLIK
5.ANKARA SEYAHATİ
6.TEKE KÖYÜ SEYAHATİ
7.PENDİK ' TE ÖĞRENCİLERİMLE PİKNİK
8.15 TEMMUZ OLAYLARINDA NASIL BİR ROL OYNADIM?
9.SAMSUN SEYAHATİ
10.HALEP 'E SEYAHAT
11.EMİRGAN GEZİSİ
12.OLİMPİYAT STADINA YOLCULUK
13.DARICA HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ
14.Askerlik hatıralarım
15.Bir Fatih Rüyası
ŞİİRLER
A. KENDİ ŞİİRLERİM
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
B. SEÇTİĞİM ŞAİRLERİN SEVDİĞİM ŞİİRLERİ
C. Şiir türleri
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------...
MUM IŞIĞI (H)
bir mum ışığıydı sesin içimde yanan nasıl kuşatırsa bir kaleyi düşman öyle kuşatmıştı beni Nahçıvan çok soğuk ve karanlıktı o zaman bende sığınmıştım sesine senin şimdi duyamam sesini uzaktan seni doğuya beni batıya sürdü akrep yelkovan Şimdi panayıra döndü Etrafım aydınlıktan Lakin içimdeki mum eriyip söndü artık yanmaktan . |
Çanakkale Şehitlerine
|
Anneciğim
|
bayrak
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, Işık ışık, dalga dalga bayrağım! Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım. Sana benim gözümle bakmayanın Mezarını kazacağım. Seni selâmlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağım. Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder... Gölgende bana da, bana da yer ver. Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar: Yurda ay yıldızının ışığı yeter. Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık; Dağlardan çöllere düştüğümüz gün Gölgene sığındık. Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı; Barışın güvercini, savaşın kartalı Yüksek yerlerde açan çiçeğim. Senin altında doğdum. Senin altında öleceğim. Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim: Yer yüzünde yer beğen! Nereye dikilmek istersen, Söyle, seni oraya dikeyim!
Arif Nihat ASYA
ALLAH
ALLAHİdrakte yol açmış geceden gündüze Allah. Güldürmesen öz (1) gönlünü, gülmez yüze Allah. Dünyaya şafaklar gibi Tanrım sepelenmiş (2), Kalbin gözü yanmazsa, görünmez göze Allah. Allah! Biliriz cism değil, ya nedir Allah? En yüksek olan hakta, hakikattedir Allah. Dondunsa tekâmül ve güzellikler önünde, Derket, bu taaccübde (3), bu hayrettedir Allah. İnsan da büyük! Gizlidir insandaki kudret, Herkes onu fehmetmese (4), acizdir o, elbet. İnsanın ezel borcudur insanlığa hürmet, İnsanlığa hürmette, liyakattedir Allah. Gerçek de şu ki: Gizlidir her zerrede vahdet. Bir zerre iken külle (5) kavuşmak ulu niyet. Gördüklerimiz zahiridir,(6) batna (7) nüfuz et. Batındaki, cevherdeki fıtrettedir (8) Allah. Fıtret de yatar sözde, sözün öz yükü fikrim, Seçmiş, seçecek daima tüyden tüyü fikrim. Ben bir ağacım, yaprağı sözler, kökü fikrim, Sözlerde değil, sözdeki hikmettedir Allah. Cahil iner alçaklığa, öz kalbine inmez, Vicdandan eğer dönse de, hayrından o dönmez. Zulmette, cehalette, adavette görünmez, İlgarda (9), sadakatte, muhabbettedir Allah. 1984Bahtiyar Vahapzade ( 1925 - 2009 )
AĞIZ
duymak istemiyorum ağıtı
ama yalnız ağıt var
gri duvarlar ardında
çok az köpek var havlayan
bin keman bir avuca sığıyor;
Ama ağıt koskoca bir köpek,
ağıt koskoca bir melek,
ağıt koskoca bir keman,
gözyaşı ağzını tıkıyor rüzgarın
duyulmaz başka bir şey
ağıttan
SOBE
sobe evim ortalık yerde ve köşe taşlarım
avludaki söğüt beni beklemekte
akşamlar hep erken ve süt sıcak
yazı sarsıyor ıslık sesleri
kalbim kalmış açıkta, sobe
O baktığınız yerdeyim, sobe
kirişler arkasında duran fotoğraf
uyuyakalmışım derin rüyada
sudan çıkmış gibiyim ve de ıslak
az nüfuslu bir kasaba çarşısında
ayaklandım çırılçıplak, sobe
Kesik kırık anılar, sobe
muhacirlerden yükselen itiraz
salaş bir meyhanenin hıçkırıkları
ayarı tutmayan plak iğnesi
gibi mesafeleri kapatan ahlar
burada bağ(r)ını yırtan söz, sobe
Akışı değişen ırmak, sobe
korular ve korkular, diş çıkaran bebek
bir tabut kendine yer arıyor boyuna
dönen gök, suyu donmuş kuyu
üzülelim biraz, mümkündür üzülmek
yüzümde dolanan bulut, sobe
MEHMET FİDANCI
ZEYTİN AĞACI
SESSİZLİĞİN SESİ
Sensizliğin gölgesi var
Ağlasam sesimi gökler duyar
En nihayet kalbimin de bir sahibi var
UNUTUR MUYUM? (H)
Taşların üstüne adını yazsam
Ve denize atsam her gün birini
Unutur muyum seni
Yoksa gece uyurgezer olup
gerimi getiririm onları
bir sabah sahilde
bütün gücümle bağırsam
Unutucam diye
Unutur muyum?
Yoksa o gece onu rüyamda mı görürüm
Adını kağıda yazıp
kırpıp kırpıp dağıtsam göğe
Unutur muyum?
Yoksa gökte yıldız olup kalır mısın?
İçtiğin ilaçlardan bana da versen
Bende içip seni unutur muyum?
Yoksa ilaç ters etki yapıp
Kudurur muyum?
Ayasofya Camii Kebirinde İlk Cuma Namazı
Duasıyla cümle mücahidin
Hazırdık on adım önünde bekliyorduk
Şimdi artık vuslata eriyorduk
Bahçesinde kıldık namazı
Duyduk kalbimizde bu hazı
İçeri girmeyi denedik bazı bazı
Burada yaşadık mahşeri izdihamı
Ayasofya bizi bekle
Geldik önüne istekle
Yüzümüzü kuranla akla
Fatihten gelen hakla
Bizim oldun , kıyama durdun
Şimdi anlamını buldun
askerlik hatıralarım
ÇAKMAK KIŞLASI
BÖLÜK
Askerler gruplardan ve onların birleştiğinde oluşturduğu daha büyük gruplardan oluşur.bir bölük yüz asker demektir.bölüklerin birleşmesiyle tabur taburların birleşmesiyle alay, alayların birleşmesiyle kolordu , kolorduların birleşmesiyle de ordular oluşurdu..Bizim bölük iki kısımdı bir kısmı kısa dönem askerlerden oluşuyordu,.diğer kısım ise usta askerler dediğimiz normal erlerden oluşuyordu.Biz kısa dönem askerler olarak bir nevi birlik halindeydik. Sohbet etmek için çok vakitlerimiz oluyordu ve sabahtan akşama yan yana bulunuyorduk. dolayısıyla da bu ortamda kısa zamanda arkadaşlıklarımız epey ilerlemiş artık içli dışlı olmuştuk. Birbirimizin her şeyini öğrenmiş kimin nasıl bir adam olduğunu anlamıştık. herkes kendine en yakın kişileri seçip kankalarını da bulmuşlardı.bende en fazla Özkan ve onurla arkadaşlığı ilerletmiştim. Murat ise badim olmasına rağmen çok çok zaman farklı bakış açılarımız olduğundan bana daha uzak duruyordu.
Biz hepimiz özel seçilmiştik. Çoğunlukla müzisyenlerden seçilmiştik. İçimizde Mehmet abi gibi usta piyanistler olduğu gibi Onur ve Tuncay gibi saz ustaların da vardı.Diğer çalgıları çalanlardan da vardı.Ve bir muhasebeci birde mühendis gibi beş altı kişide farklı mesleklerdendi.
YEMİN TÖRENİ
Askerlik yani bize yaptırılan askerlik çoğunlukla ritüllerden ve saygı ifade eden bir takım kural ve hareketlerden ibaretti.Selam vermek çok önemliydi.Komutana selam vermemek bir ceza gerekçesiydi.Ya san yahut bunu sana öğretemeyen eğitim çavuşuna yada eğitim subayına.Binanın içindeysen bereni çıkarırsın ve öyle olunca da beren elinde baş selamı verirsin.Bina dışındaysan bereni giyersin ve el ile selam verirsin.O elin bir açısı bir duruş şekli vardır.Biz eğitim alan askerler olarak bunları defalarca tekrar etmeliydik ki iyice öğrenelim.Askerliğe başlamadan önce yemin ettirilecektik ve bu yemin çok önemli olduğundan bunun bir töreni vardı.Ve törende biz yürüyüp oraya gelirken öyle normal elimizi kolumuzu sallayarak gelmeyecek bir tören yürüyüşü vardır o yürüyüşle gelecektik.Biz tören yürüyüşünü öğrenmek için haftalarca çalıştırılacaktık. Bizim dışımızda bir planlamaydı.Fakat bunu bir haftada öğrendik. İşin temeli ritimdi. Aynı anda ayağını kaldırıp ayağını havada bir çevirip sonra yere koyuyorsun.Bunu yaparken müziğe uyum sağlıyorsun.Aslında bu bir nevi dans idi. Bizde çoğunlukla müzisyenlerden oluşmuş bir topluluk olduğumuzdan bir iki çalışma yeterli olmuştu. üçüncü dördüncü çalışmalar bizi artık çok iyi bir seviyeye çıkardı..Eğitim subaylarımız da bizim yürüyüşümüzden tatmin olmuş olacaklar ki bizi bir kenara çekip ikinci bölüğü yürütmeye devam ettiler. Onları defalarca yürüttüler.Biz kenarda beklerken onlar iki yada üç gün sürekli yürüdü fakat yinede bizim seviyemize gelemediler.Tören günü bu apaçık ortaya çıktı.O gün elimizi bayrağa koyup yemin ettik.Videomuzu çekmişler.Türbinlerde anne babalarımızda bizi izliyorlardı. o gün eğitimimiz bitti. Bavulumuzu alıp ailemizle çıkıp gittik bir sonraki gün döndük.Evraklarımızı aldık.Bizi artık gönderiyorlardı.Bu arada arkadaşlar arasında para toplayıp komutanlarımızdan bize en iyi davranan birisini plaketle ödüllendirdik ve onunla resim çektirdik Bu benim fikrim değildi.Aslında fikrim sorulunca karşıda çıkmıştım fakat herkes bu noktada birleşince bende para vermeye kendimi borçlu hissedip bu etkinliğe katıldım.Neticede güzel bir tören oldu.Buda bizim törenimizdi.O gün bavulumuzu alıp oradan çıktık.
İNÖNÜ KIŞLASI
Malatya şehri hafif eğimi olan bir düzlük üzerine kurulmuştu.Şehrin tam ortasında İnönü Kışlası vardı.Orası alan olarak küçüktü.Fakat içeride bir kaç büyük bina vardı.Ve içeride çok tertipli çok nezih bir ortam vardı.Otoparkı makam araçları ile doluydu.İçerde de daha sonra öğrendiğime göre bir sürü rütbeliler varmış bir orada sadece bir gece kaldık. Sabah olunca bizi kahvaltıya götürdüler, sonra bir komutanın odasına götürdüler.Komutan bizi şöyle aşağıdan yukarıya bir süzdü.Siz şu tarafa ,siz de bu tarafa diye bizi iki gruba böldü.Ben küçük olan gruptaydım.Sonra bizi göstererek bunları sosyal tesislere gönderin oradaki kantine baksınlar diye sağındaki subaya emir verdi..Komutan o kadar büyüktür ki bizi asla muhattap almaz.Orada bulunduğumuz kısa müddette bize komutanın bir bildirisini okuttular.O kadar saçma bir bildirinin bir komutanın kaleminden çıkmış olduğuna inanamadı.Ve oradan kurtulacak olmamıza da sevindim.Biz bir salonda bir masanın etrafında oturmuş bizi götürecek aracı beklerken konuşuyorduk.Asıl merak ettiğimiz bir kantine nasıl olacak ta altı yedi kişi bakacaktık. Birimizin çalışırken diğerlerimizin de oturup sohbet edeceği bir manzara gözümüzün önüne geliyordu.Fakat bu biraz fazla iyimserlik değil miydi?Biz böyle keyifli keyifli hayaller kurarken bir kamyonet geldi. Bavullurımız elimizde arkasına atlayıp yola çıktık.O kamyonun arkasında giderken kimimiz oturuyor, kimimiz yatıyor ,kimimiz üst üste duruyorduk ama hepimiz gülüyordu.Çünkü iyi bir yere gönderildiğimizi düşünüyorduk.Fakat bizi neyin beklediğini bilmiyorduk.
İKİNCİ ORDU KOMUTANLIĞI
Sıcak bir yaz gününün bitiminde iyi sulanmış bahçeler içinde bir konutun önünde durdu aracımız.Hemen aşşağı atladık..Burası ikinci ordu sosyal tesisler müdürlüğünün karargahıydı.İçerde yazıcı askerler işlemlerimizi yapıp bizi kalacağımız yatakhaneye gönderdiler.Kalacağımız yere yerleşik ve fakat hala bizi neyin beklediğini bilmiyorduk.
ORDU MARKET
Sabah olunca diğer askerlerle tanıştık.Adı Ufuk olan bir asker bizi kantine götürecekti.Peşine takıldık.Vardığımız yer bir büyük marketti.Bu büyük marketin içinde olduğu büyük bir pasaj yada kapalıçarşı benzeri bir alanın çatısının altındaydık.Altmış yetmiş kişilik bir bölük tarafından hizmetleri yürütülen ve adına market denilen fakat resmi yazışmalarda kantin diye adı geçen bir bölüğün askerleriydik.Başımızda bir bin başı ve dört beş tane astsubayın olduğu ve bunun haricinde sivil memur ve anlaşmalı işçilerinde aralarında olduğu çok farklı bir ortam içerisine girmiştik.İlk gün kamuflajı çıkarmış ve bize özel verilen tişört pantolon ve ayakkabımızı giymiştik.Ufuk bana yapacağım işleri tarif ediyordu.Artık yarı asker yarı sivil daha doğusu da işçi olmuştuk.
İÇECEK RAYONU
ilk görevim içecek rayonundaydı. Burada biraz gözlemci olmak, biraz da atak olmak gerekliydi. Su kola ve benzeri içecekler çok çabuk bitiyor ve bunların takviyesi gerekiyordu. Ufuk' un bana gösterdikleri bunlardı. Sürekli gözüm içecekler üzerinde idi. Yazın sıcak günlerinde en çok tüketilen bu hazır içeceklerdi. Ben azaldığını gördüğüm içecekleri tespit ediyor ve hemen onları arkadaki depolardan arabaya yükleyip getiriyor ve yerine koyuyordum. Bunun güzel tarafı bireysel bir oyun oynamamdı. Kimse bana karışmıyordu. Kendi kararlarımı kendim alıp kendim uyguluyordum. Kimse içeceklerin ne zaman bittiğini ve zaman takviye edildiğini fark etmiyordu bile. Onun için yaptığım iş pek görünmüyordu. Fakat değirmenin sorunsuz dönmesini sağlayan önemli hamlelerden birini yapıyordum. Ara sıra komutanlarımız bize fazladan işler de veriyorlardı. Şuraya buraya göndermek gibi. Fakat ben orada olduğum sürece çok mutlu ve memnundum. Günlerim o büyük market içinde neşe içinde geçiyordu. Dışarıda Malatya'nın sıcağının altında diğer askerler kavruluyorken, püfür püfür esen klimanın soğuttuğu tertemiz ortamda ve arka fonda sürekli hafif pop şarkılarını dinleyerek çalışmak elbette tercihe şayan bir durumdu.Fakat bu güzel günlerin de bir sonu vardı. Bir akşam komutan bizi karşısına alıp iki kişinin eleneceğini ve gönderileceğini söyledi. Biri bendim. Sebebini söylemediler. Fakat sonradan öğrendim.Sebep İsmail idi. Fatih başçavuş beni çıkarıp yerime yeni gözdesini almak istiyordu. Halbuki onu biz tanıştırmıştık. Ben de kaderime razı olup karargahın yolunu tuttum.
KARARGAH
Sosyal tesislerdeki askerlerin başındaki komutan topçu albay Metin Aydı.Fakat yönetimde daha etkili olan isim Musa başçavuştu. Daha sonra Metin Ay komutanımız bazı konular da Musa başçavuşun aldığı kararlara itiraz ettiğimde beni dinlemeyip yetkiyi ona devrettiğini açıkça ifade etmiştir.Metin Ay komutanımız beni zaman zaman yanıma çağırıp tar çaldırır ve dinlerdi.Ve bana seni araç komutanı da yapacağım dedi.Ben de.ilk duyduğum da şaşırmış ve araç komutanı olarak araçları denetleyeceğimi yada onlardan sorumlu olacağımı sanmıştım.Fakat yola çıkınca gördüm ki şöför'ün yanında oturup ona yardımcı olmak işiymiş. Bu görev de eğer şöför seni çalıştırmak istiyorsa ezileceksin yada itiraz edeceksin ki bununda sonu şikayet edilmek ve komutan tarafından ezilmek olur. Çünkü komutan Musa başçavuş olursa seni asla dinlemez.Bana bu oldu. Halbuki ilk geldiğim gün Metin Ay komutan hangi göreve getirilmeyi istiyorsan onu kendin seç diyerek bana büyük bir ayrıcalık ve güven göstermişti..Bende o zaman bütün iş bölümlerini gezerek en çok kendime uygun bulduğum kütüphaneyi seçmiştim.
KÜTÜPHANE
Kütüphanede bayan bir sivil memur vardı.Kütüphane dediğimiz elli metrekare büyüklüğünde bir odaydı. İçeride kitapların dizili olduğu dolaplar vardı. Bir köşede ise bilgisayarlar vardı. Buradan internete girip müzik dinlemek mümkündü. Bu kütüphaneye genelde komutanların ve sivil memurların öğrenci olan çocukları ödevlerini araştırmak için gelirlerdi..Burada güzel bir ortam olduğu için burayı seçmiştim.Burada kütüphanede görevli bayan ilk gün kitapları toplayıp yerli yerince dizmem konusunda benden bir iş istedi , bende yaptım. .İkinci gün senin bir şey yapmana gerek yok ben yaparım sen istersen kitap oku deyince bende bir köşeye geçip kitap okumaya başladım..ilk olarak yakın geçmişte Türkiye de olan siyasal olayları anlatan bir kitap okudum.Daha sonra Tarihçi Herodot un yazdığı kitaba geçtim.Fakat o sırada yine orada görevli olan Mutlu isimli askerle problem yaşadık.Aslında onu daha önceden de tanıyordum ve ama hiç bir zaman onu anlayamamıştım..Yüzü gülüyordu fakat neye güldüğü anlaşılmıyordu.Muhakkak ki içinde tuttuklarını yüzüne yansıtmayan içten pazarlıklı bir adamdı..Onunla arkadaşlık yapmam mümkün değildi. Oda beni komutana şikayet etmiş.Bunun üzerine Hayri başçavuş benimle konuştu.Hayri başçavuş beni konferans salonunda görevlendirmek istiyordu..Bana yarın filanca askeri çağır ondan anahtarı alıp sana vereceğim dedi.Konferans salonundaki işim daha kolay olacaktı.Orada yapacağım tek şey bahçenin önündeki küçük bir alanı sulamak ve içeride boş boş oturup beklemek olacaktı.Bu salon çok nadir olarak kullanılırmış. Bir toplantı olacağı zaman ışıkları ve klimaları açmak ve toplantı bitince de ışıkları ve klimaları kapatmaktan başka herhalde bir iş yoktu.Mutlunun gülümseyen yüzünü görmekten de de kurtulacaktım..Oraya geçmek için saatleri sayıyordum.Fakat o gün Metin Ay komutanımızın bir yakını vefat ediyor ve onunla beraber Hayri baş çavuş ta gidiyor.Komutanın yerine bıraktığı Musa başçavuş ta beni karşısına alıp bir güzel azarlıyor ve sonra beni yemekhaneye veriyordu.O demek ki bu adam bir elime geçse de onu şöyle cezalandırsam diye içinden geçiriyormuş.
YEMEKHANE
Yemekhanede zaten iki asker vardı ve bütün işleri onlar yapıyorlardı bana da sende yanımızda dur bir şey yapmana gerek yok demişlerdi.Fakat bu Musa başçavuş benim iş yapıp yapmadığımı soruşturmuş ve illa onu da çalıştıracaksınız diye tasallutta bulunmuş.Konyalı Ali ve Diyarbakırlı Ahmet burada görev yapan askerlerdi..İçtimaya çıkmazlardı. Sabah ve akşam yemek alımına giderlerdi.Kahvaltıdan sonra yerlerin süpürülmesi ve artan yemeğin çöpe dökülmesi ve kirli tabakların bulaşıkhaneye götürülerek orada yıkanması sonra geri getirilmesi ile gün biterdi. Ertesi günlerde aynı işlemler tekrar tekrar böyle devam ederdi.Tabii ki yemek alımına kamyonet tipi bir araçla gidiyorduk.Kahvaltıdan sonra yerleri bir on dakika süpürür sonra saatlerce boş vaktim olurdu.Kütüphanedeyken aldığım kitabı burada okuyup neredeyse bitirmek üzereydim. Büyük ağaçların gölgelediği çimenlerin üstünde uzanıp kitap okumak hemde sevdiğim bir konuyu anlatıyorsa keyifli bir şeydi.Evet Musa başçavuş beni buraya cezalandırmak için göndermişti.Fakat benim durumum şimdi daha iyiydi.Yemekhanenin arkasından bir tel örgü geçerdi. Bu askeri alanın bittiği yerdi.Bunun hemen arkası özel mülk bir bahçeydi...Oradan bir çocuk gelir ve seslenirdi. Yalnızlığın saatler boyu sürdüğü bir sırada bir ses, bu bir çocuk sesi bile olsa insana hoş geliyor.Bazen bir yavru köpeğin sesini bile sevinçle karşılardım..Çünkü orada her ne kadar kendimi oyalıyosam da kuyunun dibine atılmış bir Yusuftum en nihayetinde...İşte yemekhane günlerim böyle geçti.
REVİR
Günlerden bir gün biz, yemekhaneciler ; Ali ve Ahmet ile yemekhanede otururken bir telefon çaldı. Telefona Ali baktı.Telefonu doğru bana uzattı.Telefonun öbür ucunda yazıcı asker Mustafa vardı.Hemen kamufulajını giy , kepini de giy gel dedi.Ne var ne oluyor dedim.Hemen giy gel, burada söyleyeceğim dedi.Böyle söylemesi beni hem meraklandırdı, hemde kuşkulandırdı..Hemde söylememekte ısrar ediyordu..Bende ısrar ettim.Sonunda revire alacağız,dedi.Bende hemen koşa koşa üstümü giyinip gittim.Tam karargaha girecekken kapı önünde Musa başçavuşu gördüm. O da dışarı doğru yürüyordu ,o sırada kendisini bekleyen arabaya binecekti..Beni görünce şaşırdı ve bir iki saniyeliğine duraksayıp bana dönerek belli belirsiz bir sesle ,nereye böyle dedi. O zaman anladım ki o benim durumumdan tamamıyla habersizdi eğer söylersem her şeyi bozacağı da muhakkaktı.Hemen esas duruşumu göstererek elimle çok düzgün bir asker selamı çaktım ve emredin komutanım dedim.Bana bakıp hafif alaycı gülüşüyle yine orada yemekhanedesin değil mi ? diye sordu.Evet komutanım diye gürledim.Biliyordum ki bu benim hareketlerim her ne kadar bana aptalca gelse de onun hoşuna gidiyordu ve onu aldatacak bir iliziyonu oluşturuyordu..Aferin orada kal dediğini duydum. Yine emredersiniz komutanım diye gürledim.O artık rahatlamış bir yüz ifadesi ile arabasına gidiyordu, bende onun işimi bozmayacağından dolayı rahatlamış bir kalp ile yazıcının odasına gidiyordum.Yazıcı Mustafa alelacele işlerimi yapıp beni revire gönderdi. İşte Revire geçişim böyle oldu.
Revirde hemşire önce beni karşısına alıp bir sorguya çekti. Onun sorgusundan tam not almış olmalıyım ki hüsnü kabul ile beni yanına alıp bir bir revirin işlerini öğretmeye anlatmaya başladı.Artık daha sıkı fakat daha işe yarayan ve daha saygın olan bir işim olacağını hissediyor ve içten içe mutlu oluyordum.Gerçekten de öyle oldu..
Revirde iki aya yakın süre çalıştım.İki kişiydik.Yusuf ve ben.O gececi ben gündüzcü olmuştuk.Aslında dönüşümlü olması gerekiyordu fakat bende oda buna razı olmuştuk.Orada saat ona kadar doktor gelmezdi.Revir bendeydi.Bir acil durum olursa pansumanını yapar, bizi aşan bir vakıa olursa hemen ambulansla hastaneye sevk ederdik. Sürekli bekleyen ambulanslarımız vardı. İçeride bir doktor odası ,bir hemşire odası, bir koridor ,bir bekleme odası ve bir muayenehane odası vardı.Komutanlarımız genelde anlayışlıydı.İlk zamanlar sert bir takım doktor komutanlara rastladık fakat son bir ay diyebilirim ki gayet iyi ve rahat geçti.hem çok gerekli bir iş yapıyordum hemde yorucu olmayan standart bir çalışma şeklim vardı.öğle vakti doktor gelirdi hastalarda gelirdi bende ilaçları kayıt defterinden protokol numarasını ve hata bilgilerini kayda geçerdim.Bir başka defterim vardı onunla da ilaçları kayda geçerdim.İlaçların parasını da toplar ambülansla gider hastaneden saat dörde kadar o ilaçları alır gelirdik.Sonra hastalara ilaçları ve para üstünü verirdik.Bu iş sorumluluğu gerektirirdi bende işin gerektirdiği sorumluluğu ve ciddiyeti üstümde taşıyordum.
Akşam olunca görevimi devreder ve çay bahçesine çay içmeye giderdim.Orada çay içerken bütün günün yorgunluğunu da atardım.Orada içtiğim çayın tadını hiç unutamıyorum.Akşam üzeri yarısı yere yatmış bir bank üzerinde tarımı alır ve çalardım.İşte orada gecenin karanlığına renk katan tatlı nağmeler çıkarır ve yarım saat bazende bir saat müzik dalgasına bırakırdım kendimi sonra bazen bir arkadaş gelir ve kendisine çalmayı öğretmemi isterdi.Konyalı bir arkadaştı bende ona çalıştırırdım.Sonra gider yatağıma yatar ve keyifli keyifli uyurdum.Çok iyi arkadaşlarım vardı. Yakup,Yusuf,Onur en iyi arkadaşlarımdı.Revirde çalışırken hem bir işe yaramak hemde üstesinden gelebileceğim bir şeyi yapmak hemde saygın bir iş yapmak yönünden tam tatmin olmuş durumdaydım diyebilirim ki biraz da para teklif etseler orada kalırdım..
SON GÜNÜM
Kamuflajımı botumu ve kepimi ve emanet olan şeyleri bıraktım.Orada bir sürü imzalar attım.Sonunda tezkeremi alıp oradan çıktım.Malatya da sokakta artık özgür bir adam olarak dolaşırken aniden biri gelip boynuma sarıldı.Dönüp baktım.Tanıyamadım.Şaşkın bir yüzle beni tanımadın mı dedi.Hayır dedim.Hani benim başım yarılmıştı da sen benim pansumanı mı yapmıştın dedi.hafiften gülümsedim.Onun gibi nicelerini pansuman yapmıştım.Ben onları unutmuştum fakat onlar beni unutmamışlardı.İşte Malatya da askerliğim böyle geçti.
yücesin mevlam
gökte yerde tecelli eder
sen acırsın, çoktur merhametin
düşününce korkularıma perde iner
sen düzelten,yol açansın deprem deprem ileriye
sen hayatsın, yeşilden alıp getirirsin griye
sen sırsın, kitlenir kapılar giremem içeriye
bir yağmurla çevirirsin ölüyü diriye
Emirgan Gezisi
Gezimiz üç faklı ilçede oturan üç farklı fakat akraba ve dost olan ailenin Emirgan korusunda buluşmasını sağladı:
Bu koru gayet geniz içinde üç farklı köşk'ün bulunduğu pek çok gezi ve oyun alanlarının olduğu bir koruydu:Ben daha önce bu parka defalarca gelmiş olmama rağmen hiçbir seferinde bu koruyu tam olarak gezmemiştim: Bu sefer tam olarak gezmeye kalkınca ne derece büyük olduğunu fark ettim:
Bütün gün bu koruyu gezsem yinede bitmezmiş gibi bir intiba uyandırdı bende:
Lale festivali sebebiyle baştan başa her yanı lale bahçeleriyle süslenmişti fakat bizim oraya varmamızdan evvel lalelerin faslıda geçmek üzere olduğundan pek çok laleler sararıp dökülmüş pek azı hala canlılığını devam ettiriyordu:
Mehmet Talat Paşa
İttihatçıların öncelikle ne kadar suça bulaşmış olsalar da samimi bir arzu ve tam fedakarane bir adanmışlıkla girdikleri davanın bu milletin kurtuluşunu hedeflediğini gözardı edemeyiz.
Talat paşa hiçbir zaman bu milletin aleyhine olamamış tercih ettiği vasıta ve uyguladığı yöntemler tartışılabilir eleştirilebilir olsa da onun memleketin iyiliği için çalıştığı dürüst , fedakar ve azimkar bir şahsiyet olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Abdulhamit iktidarı yaptığı iyi işlerle hayırlı biçimde anılmayı hak etse bile gençlerin özellikle avrupai eğitim almış gençlerin fikir hürriyetini ve kendini ifade etmelerini engellemekle ülkeyi karanlık bir tünele sokmuş ve bunun akabinde gerçekleşen kanlı olaylardan da dolaylı olarak mesul olmuştur diyebiliriz.
Sonuç itibarıyla şunu diyebiliriz ; tarihimizin bu en çalkantılı devrinin aktörlerini , her ne kadar birbirlerine düşman olsalar dahi biz bugün onları objektif şekilde değerlendirmek zorundayız.Birini diğerine karşı tutmak değil hepsini artı eksisiyle tarihimize mal olmuş ,sonraki nesillere örnek olmuş şahsiyetler olarak değerlendirmek ve kabullenmek mecburiyetindeyiz. Nasıl ki Fatihin iki oğlu Cem ve Beyazıtın savaşını bugün anarken birini tutup diğerini kötülemiyorsak bu ittihatçılar ve Abdulhamid çekişmesinde de aynı yaklaşımı sergileyebilmeliyiz.
İşte Mehmet Talat Paşa hakkında okuduğum kitaptan anladıklarım ve bu kitapın bana düşündürdükleri bunlardan ibarettir.