askerlik hatıralarım























  

  ÇAKMAK KIŞLASI
Askerliğe 2007 yılı Nisan ayında gittim. İstanbul  Tuzla da bir sınav yaptılar .Bu görünüşte sınav olsa da aslında sınav değil de askerliğe alınan kişilerin  kısa dönem mi yoksa uzun dönem mi olacağını  tayin etmek için   düzenlenen bir seçme işiydi. Bu iş yapılırken de insana bir propaganda  da yapılmak isteniyor ve bu arada  insana askerliğin harcından bir lokma  tattırılıyordu.
    Daha sonra Malatya çıktı. Endişeli bir kalp ile oraya gittik.Bir çavuş bize Malatyanın  Çakmak Kışlasını gezdirdi.Bizim grup toplandı.. Bir kapı önünde koridorda beklerken asker arkadaşları ile tanıştık.Bir yazıcı asker  sevk evraklarımızı ve kimliklerimizi toplayıp bizim için bir dosya açıp oraya kayıtlarımızı yaptı.Sonra bizi en alt kattaki depoya indirip elbise ve ayakkabılarımızı verdiler.Sonra yatakhaneye gittik.Ranzalarımızı seçip dolaplarımızı aldık. İşte böyle yerleştik.
     Eğitim burada üç ay devam etti.Üç ay biz hiç sivil görmedik.Ankesörlü telefonla ailelerimizle görüşüyorduk. Aşağıda girişte bir büfe vardı. Oradan  bişeyler alıp yer içer ve birlikte vakit geçirirdik. Aşağıda zemin katta bir  internet kafe vardı. Oradan ailemizle canlı görüntülü görüşme yapabilirdik.
         Her sabah erkenden kaldırıyor  ve  kahvaltı için bir iki  km ilerdeki yemekhaneye   gidiyorduk.Giderken  yol boyunca yere atılmış izmaritleri bize toplatırlardı .Yemekhaneye vardığımızda birde orada yemekhanenin önünde toplanır komutanın emrini beklerdik yemekhaneye girmek için.Sonra tek sıra ile içeri girerdik.Yemeğimiz bir tabulot üstünde üç tane zeytin bir küçük kutu reçel bir küçük kutu tereyağı ve yine küçücük bir poşet içinde bir lokma ekmekten ibaretti.fazlası verilmezdi istesek de.Fakat çıkıp tekrar içeri girdiğinde hiç bir şey sormadan yeniden verirlerdi.İşte bizi sahtekarlığa böyle mecbur ederlerdi.
    Yemekhanenin karşısında  bir gazino denilen yer vardı. İçeride bir kıraaathane  havası vardı. Girişinde birkaç bilgisayar oyunu ve müzik kutusu gibi bozuk  para ile çalışan makineler vardı.Birde girişte sağda fotoraf odası bulunurdu.Orda genelde çay içer televizyon izler sohbet ederdik.Sonra öğle içtimasının zamanı gelirdi.Koşa koşa varırdık içtima alanına.İçtima alanı büyük kamyonların garajıydı. İçtima ise silahımız omuzumuzda sıra ile  beklememizdi. Güneş altında komutanı beklemek komtanın söyleyeceği gerekli gereksiz sözleri dinlemek eğitimin bir parçası olarak görülüyordu. Hatta azarlanmak ve cevabını bildiğin sorulara  cevap verememek belkide insana sabır etmesini öğretmek içindi veya  en fazla buna yarıyordu.
  Ordan da yatakhaneye götürülüp  istirahata çekilmemize izin verilirdi. Rap rap  ayağıma bir numara büyük gelen çizme ile yürüyüş yaptığımı ve aslanlar aslanlar diye hepbirlikte vargücümüzle bağırdığımızı aptalca bir anı olarak hatırlıyorum.Birde komtanımın sesini hatırlıyorum. Yürüyüş esnasında başımı önüme eğdiğimi gördüğünde asker kaldır başını sen utanılacak bir şey yapmadın diye bağırdığını  çok net hatırlıyorum. Evet utanılacak bişey yapmamıştım. Ama onaylamadığım hareketleri vucuduma yaptırırken  kendi vucuduma karşı  mahcup olmuştum.
     BÖLÜK
 Askerler gruplardan ve onların birleştiğinde oluşturduğu daha büyük gruplardan oluşur.bir bölük yüz asker demektir.bölüklerin birleşmesiyle tabur  taburların birleşmesiyle alay, alayların birleşmesiyle kolordu  , kolorduların birleşmesiyle de ordular oluşurdu..Bizim bölük iki kısımdı bir kısmı  kısa dönem askerlerden oluşuyordu,.diğer kısım ise  usta askerler dediğimiz normal erlerden oluşuyordu.Biz  kısa dönem askerler olarak bir nevi birlik halindeydik. Sohbet etmek için çok vakitlerimiz oluyordu ve sabahtan akşama yan yana  bulunuyorduk. dolayısıyla da bu ortamda kısa zamanda arkadaşlıklarımız epey ilerlemiş  artık içli dışlı olmuştuk. Birbirimizin her şeyini öğrenmiş kimin nasıl bir adam olduğunu anlamıştık. herkes kendine en yakın kişileri seçip kankalarını da bulmuşlardı.bende en fazla Özkan ve onurla arkadaşlığı ilerletmiştim. Murat ise  badim olmasına rağmen  çok çok zaman farklı bakış açılarımız olduğundan bana daha uzak duruyordu.
Biz hepimiz özel seçilmiştik. Çoğunlukla müzisyenlerden seçilmiştik. İçimizde Mehmet abi gibi usta  piyanistler olduğu gibi Onur ve Tuncay gibi saz ustaların da vardı.Diğer çalgıları çalanlardan da vardı.Ve bir muhasebeci birde  mühendis gibi beş altı kişide farklı mesleklerdendi.
      YEMİN TÖRENİ
Askerlik yani bize yaptırılan askerlik çoğunlukla ritüllerden ve saygı ifade eden  bir takım kural ve hareketlerden ibaretti.Selam vermek çok önemliydi.Komutana selam vermemek bir ceza gerekçesiydi.Ya san yahut bunu sana öğretemeyen eğitim çavuşuna yada eğitim subayına.Binanın içindeysen bereni çıkarırsın ve öyle olunca da beren elinde baş selamı verirsin.Bina dışındaysan bereni giyersin ve el ile selam verirsin.O elin bir açısı  bir duruş şekli vardır.Biz eğitim alan askerler olarak bunları defalarca tekrar etmeliydik ki iyice öğrenelim.Askerliğe başlamadan önce yemin ettirilecektik ve bu yemin çok önemli olduğundan bunun bir töreni vardı.Ve törende biz yürüyüp oraya gelirken öyle normal elimizi kolumuzu sallayarak gelmeyecek bir tören yürüyüşü vardır o yürüyüşle gelecektik.Biz tören yürüyüşünü öğrenmek için haftalarca çalıştırılacaktık. Bizim dışımızda bir planlamaydı.Fakat bunu bir haftada öğrendik. İşin temeli ritimdi. Aynı anda ayağını kaldırıp ayağını havada bir çevirip sonra yere koyuyorsun.Bunu yaparken müziğe uyum sağlıyorsun.Aslında bu bir nevi dans idi. Bizde çoğunlukla müzisyenlerden oluşmuş bir topluluk olduğumuzdan bir iki çalışma yeterli olmuştu. üçüncü dördüncü çalışmalar bizi artık çok iyi bir seviyeye çıkardı..Eğitim subaylarımız da bizim yürüyüşümüzden tatmin olmuş olacaklar ki  bizi bir kenara çekip ikinci bölüğü yürütmeye devam ettiler. Onları defalarca yürüttüler.Biz kenarda beklerken onlar iki yada üç gün sürekli yürüdü fakat yinede bizim seviyemize gelemediler.Tören günü bu apaçık ortaya çıktı.O gün elimizi bayrağa koyup yemin ettik.Videomuzu çekmişler.Türbinlerde anne babalarımızda bizi izliyorlardı. o gün eğitimimiz bitti. Bavulumuzu alıp ailemizle çıkıp gittik bir sonraki gün döndük.Evraklarımızı aldık.Bizi artık gönderiyorlardı.Bu arada arkadaşlar arasında para toplayıp komutanlarımızdan bize en iyi davranan birisini plaketle ödüllendirdik ve onunla resim çektirdik Bu benim fikrim değildi.Aslında fikrim sorulunca karşıda çıkmıştım fakat herkes bu noktada birleşince bende para vermeye kendimi borçlu hissedip bu etkinliğe katıldım.Neticede güzel bir tören oldu.Buda bizim törenimizdi.O gün bavulumuzu alıp oradan çıktık.
       İNÖNÜ KIŞLASI
Malatya şehri hafif eğimi olan bir düzlük üzerine kurulmuştu.Şehrin tam ortasında İnönü Kışlası vardı.Orası alan olarak küçüktü.Fakat içeride bir kaç büyük bina vardı.Ve içeride çok tertipli çok nezih bir ortam vardı.Otoparkı makam araçları ile doluydu.İçerde de daha sonra öğrendiğime göre bir sürü rütbeliler varmış bir orada sadece bir gece kaldık. Sabah olunca bizi kahvaltıya götürdüler, sonra bir komutanın odasına götürdüler.Komutan bizi şöyle aşağıdan yukarıya bir süzdü.Siz şu tarafa ,siz de  bu tarafa diye bizi iki gruba böldü.Ben küçük olan gruptaydım.Sonra bizi göstererek bunları sosyal tesislere gönderin oradaki kantine baksınlar diye sağındaki subaya  emir verdi..Komutan o kadar büyüktür ki bizi asla muhattap almaz.Orada  bulunduğumuz kısa müddette bize komutanın bir bildirisini okuttular.O kadar saçma bir bildirinin bir komutanın kaleminden çıkmış olduğuna inanamadı.Ve oradan kurtulacak olmamıza da sevindim.Biz bir salonda bir masanın etrafında oturmuş bizi götürecek aracı beklerken konuşuyorduk.Asıl merak ettiğimiz bir kantine nasıl olacak ta altı yedi kişi bakacaktık. Birimizin çalışırken diğerlerimizin de oturup sohbet edeceği bir manzara gözümüzün önüne geliyordu.Fakat bu biraz  fazla iyimserlik değil miydi?Biz  böyle keyifli keyifli hayaller kurarken bir kamyonet geldi. Bavullurımız elimizde arkasına atlayıp yola çıktık.O kamyonun arkasında giderken kimimiz oturuyor, kimimiz yatıyor ,kimimiz üst üste duruyorduk ama hepimiz gülüyordu.Çünkü iyi bir yere gönderildiğimizi düşünüyorduk.Fakat bizi neyin beklediğini bilmiyorduk.
       İKİNCİ ORDU KOMUTANLIĞI
Sıcak bir yaz gününün  bitiminde  iyi sulanmış bahçeler içinde bir konutun önünde durdu aracımız.Hemen aşşağı atladık..Burası ikinci ordu sosyal  tesisler  müdürlüğünün karargahıydı.İçerde yazıcı askerler işlemlerimizi yapıp bizi  kalacağımız yatakhaneye gönderdiler.Kalacağımız yere yerleşik  ve fakat hala bizi neyin beklediğini bilmiyorduk.
      ORDU MARKET
  Sabah olunca diğer askerlerle tanıştık.Adı Ufuk olan bir asker bizi kantine götürecekti.Peşine takıldık.Vardığımız yer bir büyük marketti.Bu büyük marketin  içinde olduğu  büyük bir pasaj yada kapalıçarşı benzeri bir alanın çatısının altındaydık.Altmış yetmiş kişilik bir bölük tarafından  hizmetleri yürütülen ve adına market denilen fakat resmi yazışmalarda kantin diye adı geçen bir  bölüğün askerleriydik.Başımızda bir bin başı  ve dört beş tane  astsubayın olduğu ve bunun haricinde sivil memur  ve anlaşmalı işçilerinde aralarında  olduğu çok farklı bir ortam içerisine girmiştik.İlk gün kamuflajı çıkarmış ve bize özel verilen tişört pantolon  ve ayakkabımızı giymiştik.Ufuk bana yapacağım işleri tarif ediyordu.Artık yarı asker yarı sivil daha doğusu da işçi olmuştuk.
         İÇECEK RAYONU
    ilk görevim  içecek rayonundaydı. Burada biraz gözlemci olmak, biraz da atak olmak gerekliydi. Su kola ve benzeri içecekler  çok çabuk bitiyor ve bunların takviyesi gerekiyordu. Ufuk' un  bana gösterdikleri bunlardı. Sürekli gözüm içecekler üzerinde idi. Yazın sıcak günlerinde en çok tüketilen bu hazır içeceklerdi. Ben azaldığını gördüğüm içecekleri tespit ediyor ve hemen onları arkadaki depolardan arabaya yükleyip getiriyor ve yerine koyuyordum. Bunun güzel tarafı bireysel bir oyun oynamamdı. Kimse bana karışmıyordu. Kendi kararlarımı kendim alıp kendim uyguluyordum. Kimse içeceklerin ne zaman bittiğini ve zaman takviye edildiğini  fark etmiyordu bile. Onun için  yaptığım iş pek görünmüyordu. Fakat  değirmenin sorunsuz dönmesini sağlayan önemli hamlelerden birini yapıyordum. Ara sıra komutanlarımız bize fazladan işler de veriyorlardı. Şuraya buraya göndermek gibi. Fakat ben orada olduğum sürece çok mutlu ve memnundum. Günlerim o büyük market içinde neşe içinde geçiyordu. Dışarıda Malatya'nın sıcağının altında diğer askerler kavruluyorken, püfür püfür esen klimanın soğuttuğu  tertemiz ortamda ve arka fonda sürekli hafif pop şarkılarını dinleyerek çalışmak elbette tercihe şayan bir durumdu.Fakat bu güzel günlerin de bir sonu vardı. Bir akşam komutan bizi karşısına alıp iki kişinin eleneceğini ve gönderileceğini söyledi. Biri bendim. Sebebini söylemediler. Fakat sonradan öğrendim.Sebep İsmail idi. Fatih başçavuş beni çıkarıp yerime yeni gözdesini almak istiyordu. Halbuki onu biz tanıştırmıştık. Ben de kaderime razı olup karargahın yolunu tuttum.
         KARARGAH
   Sosyal tesislerdeki askerlerin  başındaki  komutan topçu albay Metin Aydı.Fakat yönetimde daha etkili olan isim Musa başçavuştu. Daha sonra Metin Ay komutanımız bazı konular da Musa başçavuşun aldığı kararlara  itiraz ettiğimde beni dinlemeyip yetkiyi ona devrettiğini açıkça ifade etmiştir.Metin  Ay komutanımız  beni zaman zaman yanıma çağırıp tar çaldırır ve dinlerdi.Ve bana  seni araç komutanı da yapacağım dedi.Ben de.ilk duyduğum da şaşırmış ve araç komutanı olarak araçları denetleyeceğimi yada onlardan sorumlu olacağımı sanmıştım.Fakat yola çıkınca gördüm ki şöför'ün yanında oturup  ona yardımcı olmak işiymiş. Bu görev de   eğer şöför seni çalıştırmak  istiyorsa ezileceksin yada itiraz edeceksin ki bununda sonu şikayet edilmek ve komutan tarafından ezilmek olur. Çünkü komutan Musa başçavuş olursa seni asla dinlemez.Bana bu oldu. Halbuki  ilk geldiğim gün Metin Ay komutan  hangi göreve getirilmeyi istiyorsan onu kendin seç diyerek bana büyük bir ayrıcalık  ve güven göstermişti..Bende o zaman bütün iş bölümlerini  gezerek en çok kendime uygun bulduğum kütüphaneyi seçmiştim.
       KÜTÜPHANE
   Kütüphanede  bayan bir sivil memur vardı.Kütüphane dediğimiz elli metrekare büyüklüğünde bir odaydı. İçeride kitapların dizili olduğu dolaplar vardı. Bir köşede ise bilgisayarlar vardı. Buradan  internete girip müzik dinlemek mümkündü. Bu kütüphaneye  genelde komutanların ve sivil memurların öğrenci olan çocukları ödevlerini araştırmak için gelirlerdi..Burada  güzel bir ortam olduğu için burayı seçmiştim.Burada kütüphanede görevli bayan ilk gün kitapları toplayıp yerli yerince dizmem konusunda benden bir iş istedi , bende yaptım. .İkinci gün senin bir şey yapmana gerek yok ben yaparım sen istersen  kitap oku deyince bende bir köşeye geçip kitap okumaya başladım..ilk olarak yakın geçmişte Türkiye de olan siyasal olayları anlatan bir kitap okudum.Daha sonra Tarihçi Herodot un yazdığı kitaba geçtim.Fakat o sırada yine orada görevli olan Mutlu isimli askerle  problem yaşadık.Aslında onu daha önceden de tanıyordum ve ama hiç bir zaman onu anlayamamıştım..Yüzü gülüyordu fakat neye güldüğü anlaşılmıyordu.Muhakkak ki içinde tuttuklarını yüzüne yansıtmayan içten pazarlıklı bir adamdı..Onunla arkadaşlık yapmam mümkün değildi. Oda beni komutana şikayet etmiş.Bunun üzerine Hayri başçavuş benimle konuştu.Hayri başçavuş  beni konferans salonunda  görevlendirmek istiyordu..Bana yarın filanca askeri çağır ondan anahtarı alıp sana vereceğim dedi.Konferans salonundaki işim daha kolay olacaktı.Orada yapacağım tek şey bahçenin önündeki küçük bir alanı sulamak ve içeride  boş boş oturup beklemek olacaktı.Bu salon çok nadir olarak  kullanılırmış. Bir toplantı olacağı zaman ışıkları ve klimaları açmak ve toplantı bitince de ışıkları ve klimaları kapatmaktan başka herhalde bir iş yoktu.Mutlunun gülümseyen yüzünü görmekten de  de kurtulacaktım..Oraya geçmek için saatleri sayıyordum.Fakat o gün Metin Ay komutanımızın bir yakını vefat ediyor ve onunla beraber Hayri baş çavuş ta gidiyor.Komutanın yerine bıraktığı Musa başçavuş ta beni  karşısına alıp bir güzel azarlıyor ve sonra beni  yemekhaneye veriyordu.O demek ki bu adam bir elime geçse de onu şöyle cezalandırsam diye içinden geçiriyormuş.
       YEMEKHANE
   Yemekhanede  zaten iki asker vardı ve bütün işleri onlar yapıyorlardı bana da sende yanımızda dur bir şey yapmana gerek yok demişlerdi.Fakat bu Musa başçavuş benim iş yapıp yapmadığımı soruşturmuş ve illa onu da çalıştıracaksınız diye tasallutta bulunmuş.Konyalı Ali ve Diyarbakırlı Ahmet  burada görev yapan askerlerdi..İçtimaya çıkmazlardı. Sabah ve akşam yemek alımına giderlerdi.Kahvaltıdan sonra yerlerin süpürülmesi ve artan yemeğin çöpe dökülmesi ve kirli tabakların bulaşıkhaneye götürülerek orada yıkanması sonra geri getirilmesi ile gün biterdi. Ertesi günlerde aynı işlemler  tekrar tekrar böyle devam ederdi.Tabii ki yemek alımına kamyonet tipi bir araçla gidiyorduk.Kahvaltıdan sonra yerleri  bir on dakika süpürür sonra saatlerce boş vaktim olurdu.Kütüphanedeyken aldığım kitabı burada okuyup neredeyse bitirmek üzereydim. Büyük ağaçların gölgelediği çimenlerin üstünde  uzanıp  kitap okumak hemde sevdiğim bir konuyu anlatıyorsa keyifli bir şeydi.Evet Musa  başçavuş beni buraya cezalandırmak için göndermişti.Fakat benim durumum şimdi daha iyiydi.Yemekhanenin arkasından bir tel örgü geçerdi. Bu askeri alanın bittiği yerdi.Bunun hemen arkası özel mülk bir bahçeydi...Oradan bir çocuk  gelir ve seslenirdi. Yalnızlığın saatler boyu sürdüğü bir sırada bir ses, bu bir çocuk sesi bile olsa insana  hoş geliyor.Bazen bir yavru köpeğin sesini bile sevinçle karşılardım..Çünkü orada  her ne kadar  kendimi oyalıyosam da kuyunun dibine atılmış bir Yusuftum en nihayetinde...İşte yemekhane günlerim böyle geçti.
        REVİR
  Günlerden bir gün biz, yemekhaneciler ; Ali ve Ahmet ile yemekhanede otururken bir telefon çaldı. Telefona Ali baktı.Telefonu doğru  bana uzattı.Telefonun öbür ucunda yazıcı asker Mustafa  vardı.Hemen kamufulajını giy , kepini de giy gel dedi.Ne var ne oluyor dedim.Hemen giy gel, burada söyleyeceğim dedi.Böyle söylemesi beni hem meraklandırdı, hemde kuşkulandırdı..Hemde söylememekte  ısrar ediyordu..Bende ısrar ettim.Sonunda  revire alacağız,dedi.Bende hemen koşa koşa üstümü giyinip gittim.Tam karargaha girecekken kapı önünde Musa başçavuşu gördüm. O da dışarı doğru yürüyordu ,o sırada kendisini bekleyen arabaya binecekti..Beni görünce  şaşırdı ve bir iki saniyeliğine duraksayıp bana dönerek belli belirsiz bir sesle ,nereye böyle dedi. O zaman anladım ki o benim durumumdan tamamıyla  habersizdi eğer söylersem her şeyi bozacağı da muhakkaktı.Hemen esas duruşumu göstererek elimle çok düzgün bir asker selamı çaktım ve emredin komutanım dedim.Bana bakıp hafif alaycı gülüşüyle yine orada yemekhanedesin değil mi ? diye sordu.Evet komutanım diye gürledim.Biliyordum ki bu benim hareketlerim  her ne kadar bana aptalca gelse de onun hoşuna gidiyordu ve onu aldatacak  bir iliziyonu oluşturuyordu..Aferin orada kal dediğini duydum. Yine emredersiniz komutanım diye gürledim.O artık rahatlamış bir yüz ifadesi ile arabasına gidiyordu, bende onun işimi bozmayacağından dolayı rahatlamış bir kalp ile yazıcının odasına gidiyordum.Yazıcı Mustafa alelacele işlerimi yapıp beni revire gönderdi. İşte Revire geçişim böyle oldu.
   Revirde hemşire önce beni karşısına alıp  bir sorguya çekti. Onun sorgusundan tam not almış olmalıyım ki hüsnü kabul ile beni yanına alıp bir bir  revirin işlerini öğretmeye anlatmaya  başladı.Artık daha sıkı fakat daha işe  yarayan ve daha saygın olan bir işim olacağını hissediyor ve içten içe mutlu oluyordum.Gerçekten de öyle oldu..
Revirde   iki aya  yakın  süre çalıştım.İki  kişiydik.Yusuf ve ben.O gececi ben gündüzcü olmuştuk.Aslında dönüşümlü olması gerekiyordu fakat bende oda buna razı olmuştuk.Orada saat ona kadar doktor gelmezdi.Revir bendeydi.Bir acil durum olursa pansumanını yapar, bizi aşan bir vakıa olursa hemen ambulansla hastaneye sevk ederdik. Sürekli bekleyen ambulanslarımız vardı. İçeride bir doktor odası ,bir hemşire odası, bir koridor ,bir bekleme odası ve bir muayenehane odası vardı.Komutanlarımız genelde anlayışlıydı.İlk zamanlar sert bir takım doktor komutanlara rastladık fakat son bir ay diyebilirim ki gayet iyi ve rahat geçti.hem çok gerekli bir iş yapıyordum hemde yorucu olmayan standart bir çalışma şeklim vardı.öğle vakti doktor gelirdi  hastalarda gelirdi bende ilaçları kayıt defterinden protokol numarasını ve hata bilgilerini kayda geçerdim.Bir başka defterim vardı onunla da ilaçları kayda geçerdim.İlaçların parasını da toplar ambülansla gider  hastaneden saat dörde kadar o ilaçları alır gelirdik.Sonra hastalara ilaçları ve para üstünü verirdik.Bu iş sorumluluğu gerektirirdi  bende işin gerektirdiği sorumluluğu ve ciddiyeti üstümde taşıyordum.
Akşam olunca görevimi devreder ve çay bahçesine çay içmeye giderdim.Orada çay içerken bütün günün yorgunluğunu da atardım.Orada içtiğim çayın tadını hiç unutamıyorum.Akşam üzeri yarısı yere yatmış bir bank üzerinde tarımı alır ve çalardım.İşte orada  gecenin karanlığına renk katan  tatlı nağmeler çıkarır  ve yarım saat bazende bir saat müzik  dalgasına bırakırdım kendimi sonra bazen bir arkadaş gelir ve kendisine çalmayı öğretmemi isterdi.Konyalı bir arkadaştı bende ona çalıştırırdım.Sonra gider yatağıma yatar ve keyifli keyifli uyurdum.Çok iyi arkadaşlarım vardı. Yakup,Yusuf,Onur en iyi arkadaşlarımdı.Revirde çalışırken hem bir işe yaramak hemde üstesinden gelebileceğim bir şeyi yapmak hemde saygın bir iş yapmak yönünden tam tatmin olmuş durumdaydım  diyebilirim ki biraz da para teklif etseler orada kalırdım..
     SON GÜNÜM
Kamuflajımı botumu ve kepimi ve emanet olan şeyleri bıraktım.Orada bir sürü imzalar attım.Sonunda tezkeremi alıp oradan çıktım.Malatya da sokakta artık özgür bir adam olarak dolaşırken aniden biri gelip boynuma sarıldı.Dönüp baktım.Tanıyamadım.Şaşkın bir yüzle beni tanımadın mı dedi.Hayır dedim.Hani benim başım yarılmıştı da sen benim pansumanı mı yapmıştın dedi.hafiften gülümsedim.Onun gibi nicelerini pansuman yapmıştım.Ben onları unutmuştum fakat onlar beni unutmamışlardı.İşte Malatya da askerliğim böyle geçti.
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Art niyetli olmadıkça her türlü eleştiriyi dikkate alır ve cevap vermeye çalışırım.