Gravürün İçeriğinin İncelenmesi
Ve Makalesinin Yazım Ödevi
Hazırlayan:
Kahraman Uludağ
Gravürün adı: New
Mosque and The Port of İstanbul, (Yeni Camii ve
İstanbul Limanı)
Garavürün çizeri : Jean
Baptiste Hilaire
Çizim Tarihi: 1789
Yer aldığı kitap : Voyagé Pittoresque de la Gréce
Gravürün
Çizeri Hakkında Bilgiler
Jean
Baptiste Hilaire bir 1751 yılında Fransa nın Aunde-le Tiche şehrinde doğdu.Resim üzerine ünlü Fransız ressam
Leprince den eğitimler aldı.1786 ‘da
Paris Kraliyet Resim Akademisine üye olarak kabul edildi.Ressam 1776 yılında
Fransız soylu ve antik yunan araştırmacısı Kont Gouffier ile yaptığı gemi seyahati sırasında batı Anadolu
kıyılarını gezme olanağı buldu.Bu gezi esnasında yaptığı resimler Goffier ‘in
1782 yılında Paris’te yayınladığı Voyage Pittoresque isimli eserinde yer
aldı.Kont Gouffier İstanbul ‘a büyük elçi olarak atandığında onun etrafına
topladığı ekip içinde yer alıyordu.Tableau General de Empire Ottaman isimli hacimli eserdeki çizimlerin çoğusu
kendisine aitti.İstanbul da bulunduğu sırada İsveç büyükelçisinin tercümanı ve
danışmanı olan D’Ohsson ile tanışır ve onun hazırlamakta olduğu kitaptaki
çizimlere desinatör olarak katkıda bulunmuştur.
18,
yüzyıl Osmanlı yaşam tarzını , mimarisini
ve kıyafetlerini resimleriyle belgelemiştir.(1)
Gravürün
Çizilmesini Sağlayan Başlıca Etkenler
Fransız
asıllı asilzade gezgin ve diplomat Gouffier bu tabloyu çizilmesi için Hiaire’yi görevlendiren kişidir.Tam adıyla
Marie-Gabriel-Florent-Auguste kont Choiseul-Gouffier (1752-1817) Paris'te doğar
ve Le Voyage du jeune Anacharsis en Grèce adlı ünlü tarihî eserin yazarı ve
Antik Yunanistan tutkunu ünlü profesör Abbé Barthélemy yanında öğrenim görür.
Antik çağ araştırmaları o günlerde ilerlemiş ve arkeolojik bilgiler gelişmekte
olduğundan, bunun sonucu olarak doğan yeni anlayış, antik evrenle tanışma
konusunda sadece metinlerin okunmasıyla yetinmiyor, geçmişteki olayların vuku
bulmuş olduğu yerde bulunmayı da hesaba katıyordu.Bu sebeple antik yunan eserlerini incelemek üzere bir
yolculuğa çıkar. Yolculuğu onu pek çok şehirden sonra İstanbul’a getirir.Aynı zamanda Fransa devleti
kendisini Fransa devletinin Osmanlı büyükelçisi olarak tayin eder. Fakat o
büyükelçi iken dahi diplomatik işlerden daha çok arkeolog olarak faaliyet
göstermiş hatta diplomatik pozisyonunu arkeolojik faaliyetlerini yapabilmek için kullanmıştır. Padişahtan
tarihi eserleri araştırmak için izin almış ve pek çok antik Yunan ve Roma
eserini bularak kendi ülkesine naklettirmiştir.Resimde anlatılan olay
muhtemelen budur.İstanbul’da bulunduğu
dönemde çevresinde arkeolog ,edebiyatçı ve ressamlardan geniş bir ekip kurmuş
ve onların katkıları ile iki ciltlik bir eser hazırlamıştır.Hazırlattığı eserin
ikinci cildinde İstanbul dan geniş manzaralar sunar.Bunlar arasında İstanbul'un
tarihî anıtları, görülmeğe değer yerler, Boğaziçi manzaraları, ve İstanbul'da
bir arada yaşayan değişik insan tipleri, örneğin Osmanlı devlet idaresinden,
birçok meslekten -özellikle seyyar olanlardan- ve çeşitli millet
azınlıklarından tipler yer almaktadır.
A. Resimdeki Mekansal Detayların
İncelenmesi
Gravürün Galata kulesinin 200 metre altından yeni cami
yönüne bakılarak çizildiği anlaşılmaktadır.Burada Karaköy iskelesi, Haliçin bir
bölümü, Eminönü civarı, Yeni camii çevresi , daha arkada Beyazıt camii ve Selimiye camii, ve belli belirsiz üç camiinin
minaresi görünmektedir. Sol üst tarafta hidopromdaki Dikilitaşın bir bölümü görünmektedir.
1. Karaköy İskelesi
Bugün Galata köprüsünün olduğu yerde yer
alan bu iskele 16. ve 17. yüzyılda farklı sanatçılar tarafından çizilmiş gravürlerde de görülebiliyordu.Henüz
köprünün olmadığı ve karşıdan karşıya ulaşımın ve nakliyenin kayıklarla yapıldığı
dönemlerde bu iskelenin köprünün yerini
aldığını söyleyebiliriz. Ressam iskeleyi
ve üstündeki insan hareketliliğini çizerken
adeta şehrin ulaşımında ne derece önemli bir konumda yer aldığı
vurgulamak istemektedir. Bugün hizmet vemekte olan Karaköy iskelesi ise
takriben yüz metre ileride yer
almaktadır.
2. HALİÇ
Karaköy’den Eminönü’ne kadar olan bölüm bugünkü haliyle
karşılaştırıldığında daha geniş bir deniz yüzeyine sahip gibi görünmektedir.Bunu iki sebebe
bağlayabiliriz. Birincisi sonradan kıyıların doldurulmak suretiyle denizin bu
bölümünün daraltılması, ikincisi ise ressamın hayal gücü ile denizin
büyüklüğünü abartılı olarak tablosuna yansıtmış olması fakat ressamın diğer
mimari yapıları çizerken gerçeğine çok yakın bir çizim yaptığını ve aynı
dönemde çizilmiş diğer gravürlerde deniz büyüklüğünün de resimdeki gibi olduğu
hususu göz önüne alınacak olursa birinci ihtimal daha çok akla yatkın
gelmektedir.
3. EMİNÖNÜ CİVARI
Eminönü bölgesi resimde ve bugünkü halini
yansıtan fotograf üzerinde karşılaştırıldığı zaman büyük farklılıklar olduğu
göze çarpar. En bariz fark Yeni camii önünde resimde görünen surlar ve surların dibinde deniz kıyısında yapılmış
ahşap evler vardır. Fakat bugünkü halini
gösteren fotografta ise aynı yerde gemilerin yolcularını beklediği bir ruhtım
bulunur. Aynı bölgenin 1880’lerde
çekilmiş fotografları bize bu evlerin çok daha önceden yıkılmış olduğunu
haber verir. Muhtemen Osmanlının batılılaşmaya başladığı dönemlerde Eminönü civarında
bir rıhtım meydana getirmek ihtiyacı üzerine
istimlak edilmişler ve böylece bu evler yıkılmışlardır.
4. CAMİLER
Resimde Yeni cami,
Beyazıt camisi ve Süleymaniye camisi net
olarak gösterilirken diğer üç caminin de
minareleri gösterilmiştir.Günümüzdeki halini gösteren fotograf ile
karşılaştırıldığında camilerin çok fazla değişmemiş olduğu ve gerçeğine çok yakın ölçülerle çizilmiş
oldukları söylenebilir. Yeni Cami’nin inşa süreci
ile ilgili araştırmacı Nazlıgül Bulut şu bilgiler verilir.
‘’Semt, caminin temelleri atılmadan önce ticari muhitleri
ve ibadethaneleriyle çoğunluğunu Yahudi ve Hıristiyan halkın meydana getirdiği
bir mahaldir. Fakat Safiye Sultan’ın, oğlu III. Mehmed’in
(salt. 1003–1012/1595–1603) cülusunun akabinde bu mahalde bir cami vakfetme
isteği ile camii inşasını başlatmış fakat bir takım sebeplerle aksayan cami
inşaatı ancak IV Mehmet (1648-1687 ) döneminde tamamlanabilmiştir.
Yapıldığı dönemde
külliyenin etrafının surlarla çevrili olduğunu görmek caminin tamamlanmasından
sonra İstanbul’a gelen Fransız seyyah Grelot’un gravürü
sayesinde mümkün olmaktadır. Surlar, yakın bir tarihte, 19. yüzyılın sonlarına
doğru yıktırılarak cami manzumesinin meydanın ortasında birbirinden bağımsız
yapılar topluluğuna dönüşmesine sebep olur. Külliyenin ilavelerinden
dârü’l-kurrâ ile türbe arasında yer alan sıbyan mektebi, yol açma çalışmaları
esnasında yıktırılır. Yine aynı şekilde caminin parçalarından olan ve
yapıya sonradan eklenen kütüphane ve hamam binaları da yıkılmış, hamamın
arsasının üzerine ise bir iş hanı inşa edilmiştir. Cami manzumesine dâhil olan
dârü’l-kurrânın da yıkılmasıyla ibadethanenin kapladığı alan daha da
daralmıştır. Yıkımlar sonrasında yekpare görünümünü yitiren cami, bugün sadece
içerisinde Turhan Valide Sultan ile IV. Mehmed, II. Mustafa, III. Ahmed gibi
padişahların medfun olduğu görkemli geniş türbesi, sebilhanesi, hünkâr kasrı ve
Mısır Çarşısı’ndan ibaret kalmıştır.
5. DİKİLİTAŞ
Dikilitaş veya daha doğru bir isimlendirme ile Obelisk İstanbul’un en eski yapılarındandır zira
milattan önce 1400’lü yıllarda Eski Mısır krallığının gücünün zirvesinde olduğu
bir dönemde Mısır’da inşa edilmişti.
.Buğra Derci Tarihi İstanbul isimli çalışmasında , bu dikilitaşın
geçmişi hakkında şunları yazar.
‘’ Kimilerine göre
Firavun 3.Thutmosis tarafından Asya’da kazandığı zaferlerin anısına kimilerine
göre de iktidarının 30.yılı anısına, Karnak Tapınağı’na diktirilmiştir (MÖ
1400’ler). Orijinal yüksekliğinin 30 metre civarında olduğu düşünülen eser,
kırmızı granit taşından yapılmıştır.’’
Obelisk’in Roma
İstanbul’una taşınma hikayesine gelmek istediğimizde, MS 4.yy’a uzanmamız
gerekiyor. Konstantinopolis’i başkent yapan İmparator Konstantin’in oğlu
2.Constantinius, Dikilitaş’ı İskenderiye kentine getirtti..Fakat onu Hidoprom
meydanında bulunan asıl mekanına getirip
diktirmek Bizans imparatorlarından Theodosius e kısmet olmuştur.’’
B
. DENİZ TAŞITLARININ İNCELENMESİ
Resimde
kalyon , çektiri, yelkenli ve kayık gibi çeşitli Osmanlı deniz taşıtları bir arada görülüyor.
1.
KALYON
Kalyon, sadece bir gemi türü ismi
değildir. Genel itibari ile yelkenlerle hareket eden savaş gemisi demektir
ancak bu kelime 17. yüzyıldan itibaren farklı şekillerde kullanılmıştır.
Kalyonlar, en popüler zamanında bile malzeme taşıyan ve kendini savunma gücü
çok yüksek gemi anlamları taşımıştır. Ancak Osmanlı’da durum biraz daha
farklıydı çünkü Osmanlı, kalyonu ana savaş gemisi olarak kullanıyordu ve
kalyonları farklı özelliklerine göre isimlendirmiş ve sınıflandırmıştı (Aydın,
2007)
2. KARAVEL
Karavele sadece yelkenler ile
hareket eden, ağırlıkları 100 ton ile 500 ton arasında değişen, uzunlukları ise
25 metreden 45 metreye kadar çıkabilen, yaklaşık 1000 mürettebattan oluşan (500
levent, 500 gemici) kalyon tipidir. Hem kısa mesafe hem uzun mesafe gidebilme
özelliklerine sahiptir. Savaş gemisi olmanın yanı sıra yük gemisi olarak da
kullanılmıştır. Bir, iki ya da üç direkli ve latin yelkenli gemilerdir. Menşei
Batı Afrika olarak düşünülür ancak kelime kökeni İspanya’ya aittir (Güleryüz,
2004).
3. KAYIK
Osmanlı İmparatorluğu döneminin
İstanbul’u çok sayıda kayık çeşidine sahiptir. Yelken kullanmaksızın, yalnızca
kürekle yani insan gücüyle hareket eden kayıklar, saltanat kayığı, elçi kayığı,
ateş kayığı, çöp kayığı, su kayığı, alamana gibi çok özel isimlerle anılmakla
birlikte genelde dört tip olarak bilinir.3 Erken dönemlerde yük ve yolcu
taşımacılığı yapılan pereme4, aynı nitelikte hizmet veren, fakat daha geç
dönemlerde kullanılmaya başlanan pazar kayığı5, balık avı için kullanılan
kancabaş6 ve bir nevi özel ulaşım aracı olan, günümüzde özel araç veya taksi
yerine kullanılan piyade7. Ahmet Hamdi Tanpınar piyadeyi şöyle tarif eder: “Her
biri yirmi, otuz altına giydirilen genç ve erkek güzeli kayıkçıların kürek
çektiği masal kuşu misali zarif piyadeler”. (2)
2. Yeni cami ve çevresini gösteren diğer gravür
ve fotograflardan elde ettiğimiz bilgilerle karşılaştırılması.
Eminönü’nün
ticari açıdan önemi Bizans’a, hatta daha da öncesine dayanıyor. İstanbul’un en
eski yerleşim alanı Topkapı Sarayı çevresi ile Sirkeci bölgesi civarıydı. Hatta
Bizans İmparatorluğu da burada kurulmuştu. Bizans döneminde de, daha önce de,
Eminönü İstanbul’un tek ve en önemli limanıydı. Gümrük de yine Eminönü
bölgesindeydi. Hal böyle olunca, ticaret bölgede oldukça aktif bir hale geldi.
Zaman ,zaman Cenevizliler burada kendi imtiyazlı ticaret bölgelerini bile
kurdular. (3)
C.
FİGÜRLERİN İNCELENMESİ
1. Rum Çalgıcılar
Sol üstte,
1787 de çizilmiş Dans Eden Rum kadınları isimli tablonun bir detayı verilmiştir.
Her iki resim resim incelendiğinde rum
çalgıcıların kıyafetleri ile Karaköy de iskelede bekleyenlerin kıyafetleri
arasındaki benzerlik dikkati çeker. Bu
benzerlik , bu kişilerin rum çalgıcılar olabileceklerini
düşündürmektedir.
2. Yeniçeri Binbaşı
Ortadaki ve
sağdaki görseller Jean Brindesi (1826-1888)
tarafından yapılmış iki farklı
tablodan alınmış detaylardır ve
birincisi binbaşı ikincisi baş cuhadar olarak tanıtılır. Kıyafetlerdeki benzerlik dikkat çekicidir. Baş çuhadar
padişahın elbiselerini taşıyan aynı zamanda
yakınında bulunup yaptığı işlere
nezaret eden özel hizmetlidir.Fakat
diğer yerel yetkililerin de yakınında birer çuhadarı olduğu bilinir.Buna göre
bu kişinin yerel yetkililerden birinin kethüdası olması gemi trafiğini ile ilgili bir görevi olması
muhtemeldir.
3.
Kadınlar
Bu kadınların renkli ve gösterişli kıyafetleri onların gayrı müslüm olabileceklerine işaret eder. Sağda Osmalı minyatür sanatçısı
Levni tarafından çizilmiş bir Osmanlı kadını vardır. Levni tarafından çizilen
kadının Osmanlı içinde daha yüksek bir zümreye mensup olduğu bellidir fakat etnik aidiyeti belirtilmez.
4.
Hamallar
Hamallık Osmanlı şehir merkezlerinde hayatın içinde en çok karşılaşılan mesleklerden biriydi. Hamallık mesleği Osmanlılar
zamanında loncada yani ahilik teşkilatında kaydı olan bir meslektir. Hamalların
çeşitli yükleri taşıyanları farklı isimlerle anılırdı.Küfeci hamalı daha çok
pazarlarda sebze ve meyve taşır, arkalıklı hamal ise ağır yükleri taşırdı.
Sırık hamalları bir kişinin taşıyamadığı yükleri en az dört kişi olarak
taşırlardı. Dişbudak ağacından uzun sırık kullandıkları için sırık hamalı
lakabıyla anılırlardı. Sedye hamalları kısa mesafeler için tahtırevan üzerinde
insan taşırlardı. Otellere gelen misafirlerin eşyalarını taşıyanlar ise
muntazam giyimli hamallardı. (4)
Hamalıllık
mesleği gelişen teknoloji neticesinde
ortadan kalkmış bir meslektir.
5. Ecnebiler
Günümüzde kullanılan kot pantolların ilk olarak
Cenevizliler tarafından kullanıldığı
bilgisi (5) doğru kabul edilecek olursa bu görseldeki kişilerin Ceneviz
kökenli oldukları ihtimali ağırlık
kazanır. Cenevizli oldukları kesin olarak söylenemese bile Avrupalı yani
Osmanlıların gözünden ecnebi oldukları kesindir.Bu kişilerden ayakta olan
kişinin el ve kol hareketlerine bakılacak olursa adeta ressam tarafından
konuşturulduğu ve diğerine tarihi
eserleri özenle yerleştirmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulunduğu
anlatılmak istenmiş olmalıdır.Burada ressamın vurgulamak istediği nokta taşıma işleminin ne derece itina ile
yapılmış olduğudur.
Gravürün
Önemi
Bu
topraklara ait olması gereken tarihi eserlerin Avrupalılar tarafından tarihin
farklı dönemlerinde nasıl götürülmüş
olduğunu gösterir ve ispat eder.
Kaynaklar
1. Seda Şentürk ,Hacettepe Üniversitesi Yayınları , Ankara
,2004
2. İstanbul’da
Kayık M. Sinan Genim TAÇ Vakfı
3.Turgay
Özçelik, http://www.kanalistanbul.com.tr/neden-eminonu/
4. Gülay
Kırpık , Emek ve Toplum Dergisi, Yıl 2, Sayı 3.
5.
https://onedio.com/haber/giyim-kusam-konusunda-ortamlarda-havasini-atabileceginiz-19-ilginc-bilgi-588194
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Art niyetli olmadıkça her türlü eleştiriyi dikkate alır ve cevap vermeye çalışırım.